Ermenistan tarihçileri arasinda en çok benimsenen teoriye göre; Ermeniler Friglere mensup olup Balkan kökenlidir. M. Ö. 6. Yüzyil baslari balkanlardan gelen istilalar sonucu, Dogu Anadolu’ya göç ederek buraya yerlesmislerdir. Ermeni adina ilk defa, M.Ö. 521 yilinda Pers Krali Darius’un Behistan kitabesinde “Ermenileri Yendim” ifadesinde rastlanmaktadir. Anadolu’nun Roma’ya baglanmasindan sonra Ermeni adina daha sik rastlanmaktadir. Özellikle Bizans Imparatorlugu zamaninda biri Van’da, diger Kars çevresinde olmak üzere 2 Ermeni Prensligi kurulmustur. Kars çevresindeki Ani Prensligi 1045 tarihinde Bizans tarafindan ele geçirilerek her iki bölge halki Sivas, Urfa ve Orta Anadolu’ya göçe zorlanmistir. 1015-1021 yillari arasinda Çagri Bey’in Anadolu’ya yaptigi ilk kesif akinlariyla baslayan Ermeni-Türk iliskileri, 1071’de Alparslan’in Malazgirt Zaferi ile Anadolu’ya girmesi ve Ermenilerin Selçuklu hakimiyetini kabul etmesi ile devam etmistir. Bizans tarafindan Rumlastirilmaya çalisilan Ermeniler, Selçuklulari bir kurtarici olarak görmüslerdir. Selçuklu himayesinde rahat ve mutlu bir hayat yasayan Ermeniler; Osmanli Devleti içerisinde de rahat ve huzur içerisinde varliklarini sürdürmüslerdir. Hatta devlete bagliliklarindan dolayi Osmanlilardan “Millet-i Sadika” (sadik millet) ünvanini almislardir.
Kisacasi, XIX. Yüzyilin son çeyregine kadar Osmanlilarin bir “Ermeni Sorunu” olmadigi gibi; Ermeni halkinin da Türk yöneticileriyle bir sorunu yoktu. Avrupa Emperyalizmi, 1838 yilindan itibaren Osmanli Devleti’nin Asya topraklarini pazar haline getirebilmek için, Rumlardan sonra Ermenilerden de yararlanilabilecegini hesap etmeye baslamistir. Bu hesapladir ki, Avrupa Ermenilerle ilgilenmeye baslamistir. Nitekim kisa zamanda Ermeni tüccarlar Imparatorlukta Avrupa’nin ve özellikle Ingiliz Sanayiinin “simsarlari” durumuna geldiler. Böylece Osmanli ülkesinin sömürülmesinde Avrupa Emperyalizmi’ne hizmet eden ve onunla bütünlesmekte fayda gören Ermeniler’den meydana gelen bir araci kesim olusturulmustur. Öte yandan Avrupa’nin Ermeni toplumuyla ilgilenmesinin bir diger nedeni de, Ermenilerin azinlik halinde bulundugu Dogu Anadolu Bölgesi’nin stratejik durumuydu. Gerçekten bu bölgenin; Karadeniz, Iskenderun Körfezi, Basra Körfezi üçgeni arasinda bulunmasi; hatta Iran-Kafkasya yoluyla Asya içlerine açilma imkanina sahip olmasi nedeniyle özellikle Rus ve Ingiliz emperyalizmi için özellikle ihmal edilmemesi gereken önemli stratejik bir mevkiye sahipti. Avrupalilari Ermenilerle ilgilenmeye iten üçüncü neden de psikolojiktir. Hiristiyan dünyasi, Osmanli Devleti sinirlari içindeki Ermenileri din kardesi olarak görüyordu. Onlara göre Balkanlardaki Hiristiyanlarin çogu kurtarilmis, sira Anadolu’da yasayan Ermeni azinliga gelmisti. Ermeni sorunu esas olarak 1877-1878 Osmanli-Rus savasi sonunda Ruslarin, Dogu Anadolu’nun bazi sehirlerini isgal etmesi ve burada yasayan Ermeniler’in kiskirtilmalariyla baslamistir.
Böylece Ruslar, diplomatik alanda Ermeni sorunu yaratan ilk devlet olarak görülmektedir. Rusya’da yasayan Ermeni yazar ve düsünürleri, eskiden beri yayimladiklari kitap ve dergilerle Rus ve Türk Ermenilerini, Türkler’e karsi kiskirtmakta; siirleriyle Müslümanlari’i asagilamaktaydilar. Böylece bütün bu faaliyetler sonucu ortaya bir Ermeni sorunu çikarilmistir. Yapilan bilimsel arastirmalar sonunda ortaya çikan tarihi gerçekler, yapay olarak çikarilan “Ermeni Sorunu”nun gerçek suçlularinin, fanatik Ermeni terör gruplari oldugunu ortaya koymustur. Özellikle 1876-1918 yillari arasinda meydana gelen kanli olaylarin tek ve gerçek suçlularinin, 1887 yilinda Cenevre’de kurulan Hinçak ve 1890 yilinda Tiflis’te kurulan Tasnak Ermeni komitelerinin oldugu, bugün açikça ortaya çikmis bulunmaktadir.
Balkanlarda yasayan Hiristiyanlarin bagimsizlik elde etmeleri, Ermenileri de ayni yolda hareket etmeye itmistir. Ayrica, Osmanli Devleti ile Çarlik Rusyasi arasinda imzalanan Ayestefanos (Yesilköy) Antlasmasi ve Berlin Antlasmasi’na göre Ruslar, “Ermenilerin Hamisi” sifat ve yetkisini kazanmislardir. 1877-1878 Osmanli-Rus savasindan sonra, Yesilköy Antlasmasi’na göre Ermeniler, Rusya’ya basvurarak Osmanli Devleti’nden özerklik istemislerse de, Rusya kendi sinirlari içerisindeki Ermeniler’e de örnek olacagi endisesiyle, bu istegi olumlu karsilamamistir. Berlin Antlasmasi’ndaki 61. maddeye göre, Osmanli Devleti; Ermeniler’in durumunu iyilestirici önlemler alacak, bunlari büyük devletlere bildirecek, bu devletler de Ermeniler için yapilan iyilestirmeleri denetleyeceklerdi. 1887’de Isviçre’de kurulan Hinçak (Çan Sesi) adli merkeziyetçi-ihtilâlci komite, Türkiye’den koparilacak Dogu Anadolu’yu Ermenistan’a katmaya çalisiyordu. 1890’da Ruslarin Tiflis’te kurdurdugu Tasnak adli ihtilâlci Ermeni Komitesi de “Ermeni Ihtilâl Komiteleri Birligi” adiyla Anadolu’da teskilâtini yaparak, “Birlesik Ermenistan Devleti” hayalini gerçeklestirmeye çalismistir.
Anadolu’da bazı şehirlerde yöresel Ermeni Cemiyetleri de kurulmuştu. 1878’de Van’da “Kara Haç Cemiyeti”, 1881’de Erzurum’da “Anavatan Müdafileri Cemiyeti” ve 1885’te kurulan “Armenekan Partisi” bunlardan bazılarıydı. 1885’te Doğu Rumeli’nin Bulgaristan’a katılmasıyla Ermeni hareketleri başlatıldı. 1888’de Van’da Ermeni Piskoposu’nun kışkırtması üzerine Erzurum’da çıkan ERmeni ayaklanması bastırıldı. Rusya ve İran’daki Ermeni komitelerinin kışkırtmasıyla Sason’da büyük bir Ermeni İsyanı daha çıkarıldı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, sert önlemler almak zorunda kaldı. Bu sırada İngiltere harekete geçerek, Osmanlı Devleti’nden Ermeniler’in bağımsızlığını istedi. Rusya ise İngiltere’nin bu isteğine karşı çıktı; çünkü Rusya kendisine bağlı bir Ermeni Devleti’nin kurulmasını istiyordu. Ermeniler ise Osmanlı Devleti, Rusya ve İran’daki bütün Ermenileri kapsayacak bağımsız bir Ermenistan kurulmasını arzu ediyorlardı. Ermeniler’in bu isteği; İngiltere’nin çıkarlarına uymasına ve onları memnun etmesine karşılık, Rusları memnun etmiyordu.
Sason olaylarının ardından Osmanlı Devleti; Ermeniler’in durumlarını iyileştirme hareketlerine devam etti. İstanbul’da Babıali’ye doğru yürüyüşe geçen bazı Ermeniler’in, askerlere ateş açmaları ve bazılarını şehit etmeleri, devletin ciddi önlemler almasına yol açtı. Avrupa Devletleri; Ermeniler’i korumak amacıyla İstanbul önlerine bir donanma gönderdiler. İngiltere’nin sert müdahale, Almanya ve Rusya’nın karşı koymasıyla önlendi.
Ermeniler 1896’da İstanbul’da Osmanlı Bankası’na baskın düzenleyerek olay çıkardılarsa da; alınan önlemlerle bu hareketleri bastırıldı. Olay sırasında bazı Ermeniler hayatlarını kaybetti.
Birinci Dünya Savaşı’na kadar Ermeni Sorunu, Osmanlı Devleti’nin bir iç sorunu gibi görünmüşse de; aslında konu büyük devletlerin karşılıklı rekabet ve çıkarları konusuydu. Ermeni Sorunu “Şark Meselesi”nin bir parçası olduğundan, konuyu bundan ayırmak mümkün değildir. I. Dünya Savaşı’nda Ermeni Sorunu daha değişik bir durum olmaya başladı. Ermeni olayları, Osmanlı Devleti için artık yalnızca bir terör hareketi olmaktan çıkmış, tamamen devlete ihanet şekline dönüşmüştü. I. Dünya Savaşı’nın zor şartları içinde doğuda Rus orduları ile işbirliği yapan Ermeni Çeteleri; işgal ettikleri bölgelerde Türk halkına akla hayale gelmedik işkenceler uygulamışlar ve toplu katliamlar yapmışlardır. Bu Ermeni vahşeti karşısında Doğu Anadolu’dan 700 binin üzerinde Türk, Batı Anadolu’ya göç etmiş; bir o kadarı da Ermenilerce katledilmiştir.
Ermeniler, I. Dünya Savaşı öncesinde hiçbir yerde çoğunluk oluşturamadıkları gibi, sınırları belli bir toprak parçasını da tarihte kendilerine yurt olarak edinememişler ve bir devlet kuramamışlardır. Ermeni nüfusuyla ilgili çeşitli istatistikler incelenip karşılaştırıldığında, Ermeniler’in Osmanlı sınırları içinde hiçbir merkezde nüfus çoğunluğuna sahip olmadıkları görülür. Batılı kaynaklarda bile Ermeni nüfusu, Ermeniler’in yaşadığı 9 ilde 1.000.000 civarında gösterilirken, aynı illerde Müslüman nüfusu 5.000.000 dolayında kaydedilmektedir ki bu da, Ermeniler’in küçük bir azınlık olduğunu göstermektedir.
OSmanlı resmi devlet istatistikleriyse Ermeniler’in ülke nüfusunun %7’sini oluşturduklarını göstermektedir. Kısacası Ermeniler’in Anadolu’da çoğunlukla oldukları bir bölge bulmak mümkün değildir.
Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesini kendileri için iyi bir fırsat bilerek; savaş öncesinde hazırladıkları plana göre silahlanmış olduklarından, bağımsızlığa kavuşmanın zamanı geldiğini ilan ederek harekete geçtiler. İttihat ve Terakki iktidarının işbirliği teklifini reddettiler. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na girdikten sonra, İtilaf Devletleri ile işbirliği yaparak, ülkede devlete karşı savaş açtılar. İtilaf Devletleri de Ermeniler ile işbirliği yaparak savaşı kendi lehlerine sonuçlandırmak istediler.
Savaş sürerken, Ermeniler’in ilk isyanı 17 Ağustos 1914’te Zeytun’da başladı. Bağımsız bir Ermeni kuvveti oluşturmak isteyen Ermeniler’in bu isteği Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmeyince, Ermeniler isyan edip dağlara çıktılar. Maraş’taki Ermeni Askerleri de bu isyancılara katıldılar. Köylere saldıran Ermeniler, bir yandan da hükümet dairelerine ve kışlalara saldırdılar. Erzurum ve Bayazıt’taki Ermeni Askerleri de silahlarıyla Kafkasya’ya kaçtılar. Van Milletvekili Papazyan’ın başlarında bulunduğu bir kısım Ermeniler ise Van ve Bitlis dolaylarında harekete geçtiler.
Bir kısım Ermeniler de Rus Ordusu’na katılarak Osmanlı Devleti’ne karşı birleştiler. Bu durumda, Osmanlı Hükümeti çeşitli önlemler almak zorunda kaldı. Devlete isyan edenlerin, güvenlikli bölgelere zorunlu olarak gönderilmesi için “Tehcir Kanunu” adıyla bir göç yasası çıkarmak zorunda kaldı. Osmanlı Devleti’ni bu kanuna çıkarmaya iten nedenler şunlardır:
- İtilaf Devletleri’nin askerleri ve donanması Çanakkale harekatına başlamış ve Osmanlı Devleti her taraftan düşmanla kuşatılmıştı.
- Çanakkale’de İtilaf Devletleri taarruza başlayınca, Osmanlı Ermeniler’i, ihtilal komiteleri aracılığıyla Rusların yanında yer alarark terör hareketlerine girişmişlerdi.
- Başta Rusya olmak üzere, İtilaf Devletleri, Ermeniler’i Türk ordusunu arkadan vurmak için silahlandırıp harekete geçmişlerdi.
Savaşın en şiddetli anında, Nisan ayı içinde Van’da büyük bir Ermeni isyanı başlatıldı. Ermeniler, Ruslar’ın yardımıyla kanlı çarpışmalar ve katliamlardan sonra Van şehrini ele geçirdiler. “Tehcir Kanunu” bu olaydan sonra 14 Mayıs 1915’te yürürlüğe girdi. Kanun sadece Ermeniler’e değil; devlete karşı başkaldıran herkese uygulanacaktı. Kanuna göre devlete silahlı direnmede bulunanlarla casusluk yapanlar, topluca başka yerlere sevk ve iskan edilecekti.
Bu kanunun, Ermeniler’i yok etmek gayesiyle çıkarılmış olmadığı açıkça görülmektedir. Tehcir Kanunu, Ermeni isyanlarından sonra çıkarılmıştır. Ayrıca zorunlu göç ülkenin her tarafında uygulanmamıştır. Örneğin; İzmir’de Orta Anadolu’da ve Güney’de oturan Ermeniler göçe tabi tutulmamışlardır.
Ermenilerin Doğu Anadolu’daki çarpışmalar ve Tehcir sırasında kayıplar verdikleri doğrudur. Aslında bunu kimse inkâr etmemektedir; çünkü I. Dünya Savaşı sonucunda bir ayaklanma, bir isyan ve bunun sonucu olarak bir tehcir söz konusudur. Savaştan kaynaklanan genel asayişsizlik ortamıyla kişisel kin ve intikam duyguları, Tehcir kâfilelerinin küçük bir takım saldırılara uğramasına neden olmuştur. Hükümet bu durumu elinden geldiğince önlemeye çalışmış ve sorumlu gördüğü kimseleri de cezalandırmıştır. Ermeni propaganda ve terör odaklarının bugün “XX. yüzyılın ilk soykırımı” diye ilân ettikleri olayın aslı işte bundan ibarettir. Bu asılsız iddialarda “1,5-2 milyon Ermeni’nin hayatını kaybettğiği” belirtilmektedir.
Oysa ki o tarihlerde Osmanlı Devleti içindeki toplam Ermeni nüfusu yaklaşık olarak 1.000.000’dur. Böylece 1,5-2 milyon Ermeni’nin öldüğü iddiası gerçek dışıdır. Talat Paşa İttihat ve Terakki Partisi’nin son toplantısında Ermeni kaybının 250 bin olarak tahmin edildiğini söylemiştir. Nitekim İngiltere ve Fransa’nın da önceleri bu sayıyı verdikleri bilinmektedir.
Ayrıca şunu açıkça belirtmek gerekir ki, Ermeniler tarafından başlatılan isyan ve katliâm hareketleri sonucu Türkler’in verdiği kayıplar, Ermenilerde’den çok daha fazladır.
I. Dünya Savaşı’nda Ermeniler, Sarıkamış’ta Rus Ordusu’nun galip gelmesi sonucu işgal ettikleri yerlerde Müslüman halka yapmadıkları işkenceyi bırakmamışlardır. Yalnız Erzurum’da 11 Mayıs 1918’de yaptıkları katliâmla 12 bin kişiyi öldürmüşlerdir. Yakın tarihlerde buralarda Türkler’in gömüldüğü toplu mezarlar ortaya çıkartılmıştır. Yanıkdere’de, yalnız bir gecede 3000 Türk’ü akla gelmedik işkencelerle yok etmişlerdir.
Ermeniler’in Doğu Anadolu’da ve Kafkasya’da yaptıkları mezalim ve bu yörelerdeki halkın geleceği, Mustafa Kemal Paşa’yı kaygılandırmış, o da Paris’teki Barış Konferansı’nda müttefiklere, Amerika Birleşik Devletleri’ne ve de tarafsız ülke temsilcilerine birer notayla bildirmiştir. Mustafa Kemal, İtilaf Devletleri’nce vilayetlerin Ermeniler’e peşkeş çekilmesini siyasi yönden karanlık günlerin başlangıcı olarak değerlendirmiştir.
Türkiye üzerinde oynanan oyunları ortaya koyan Mustafa Kemal, “Tarih bir milletin varlığını hiçbir zaman inkar edemez” demiştir. Türk Milliyetçiliği’nin kesin bir kurtuluşu vaadettiğini vurgulayan Mustafa Kemal’in başkanlığındaki Erzurum Kongresi çalışmaları sonunda bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildirimde Ermeniler’in elde etmek istedikleri Doğu Anadolu ile birlikte, Türkler’in yaşadığı bütün toprakların birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu, bunun için Rumluk ve Ermenilik faaliyetlerine ve yabancı işgal ve müdahalesine karşı, milletin hep birlikte savunamamaya geçeceği, böylece milletin içte ve dışta kaderini kendi eline alacağı kaydedilmiştir.
Milli Mücadele’de Doğu Cephesi’nde Kâzım Karabekir’in başlattığı harekat sonunda Ermeniler ateşkes istemişler, bunun üzerine 2-3 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması’nı imzalamışlardır. Böylece Doğu Anadolu Vilayetleri ve Kars Anavatan’a katılmış; 24 Temmuz 1924 Lozan Antlaşması ile de Ermeni Sorunu kesin olarak ortadan kaldırılmıştır.
Bu yazı Doç. Dr. Nuri Yavuz, Prof. Dr. Mehmet Alpargu ve Prof. Dr. İsmail Özçelik’in yazdığı Atatürk ilkeleri ve İnkılap Tarihi Kitabı’ndan alınmıştır. Bu yazının sözkonusu yazarlardan izin alınmaksızın herhangi bir şekilde kullanılması 5846 nolu T.C. Fikir ve Sanat Eserleri kanununa göre yasaktır.